Saygı

 
 
Zamana, özellikle de insana rağmen hâlâ ayakta kalabilen eserlere girildiğinde içinize bir sıcaklık yayılır. Eski Eserlerin en önemli özelliği de budur: her nerede olursanız olun evinizdesinizdir ya da zaten bin yıldır tanıdığınız bir mekâna girmiş gibi olursunuz. Çoğunu anne kucağı olarak nitelendiririm ki, aslında içerisine girdiğimde ya da girdikten sonra bir süre oturarak havasını soluduğumda hissettiğim de aynen budur. Eski bir arkadaş ya da saygı duyulası bir büyüğümdür artık. Attığım her adımın da saygıyla olması gerekir, O, ağırlığına uygun bir saygıyı da hak eder çünkü. Kurulduğu ilk andan itibaren içerisinde oluşan tüm olumlu hava hâlâ duvarları arasında dönüp durmaktadır. Birisi bir dua etmiştir milletim ebediyen var olsun, bir diğeri şifa dilemiştir, ötekisi herkes için iyilik arzu etmiştir, belki birisi de ben gibi daha öteye gidip bir diğeri için göz yaşı da dökmüştür... Kocaman bir dilek ağacı gibidir şimdi binâ..  kaç yaşama ev sahipliği etmiştir böyle Allah bilir ama hani bazı resimli masallarda dallarına konan kuşlara sevimli gülümsemesi ile bakan yaşlı çınar ağaçları gibidir şimdi. Anlamını tazeleyene, sessiz kalp atışlarından huzur alanlara yukarıdan gülümseyerek bakmaktadır. Girersiniz içeriye, dev gibi ama asla sizi ezmeyen bir mekân içinde ağzınız açık dolaşırsınız, ben gibi bir sütûna sarılıp kulağınızı dayar, sessizliğini ve gücünü duymaya çalışırsınız. Sonra dervişlerin zikir için indikleri hücreyi açar gösterirler; evrenin ruhu ile tüm korkularını ve dünyasal duygularını paylaşmaya çalışanların nefeslerini duymaya çalışır, korku ile karışık bir saygıya gömülürsünüz. Kocaman bir kitaptır şimdi binâ, her milimetre karesi binlerce ömrün bilgisini sunar. Hayranlıktan donup kaldığınızda, binlerce insan girer çıkar, hızla hareket eder, secdededirler ya da büyük ustaya selama durmuşlardır, binlerce tespih çeken, çekilen binlerce tespih tanesi hızla akar gider gözünüzün önünden ve artık boyutlar arasında bir kapıdır şimdi binâ...