Hepimiz
dertli olduğumuz için okul karnesi sanılır ama değil. Veresiye zamanların
bakkal karneleri vardı, şimdi anlatılmak istenen de işte o karnedir. Belki çoğu
bilmez ama biz çocukken köy köy dolaşan çerçiler vardı. Bunlar, çerçici geldiii
diye seslenir, çoğunluk bir eşeğin sırtına ya da bir at arabasına yüklediği
çeşit çeşit eşyayı satarlardı. 1970-80'ler sırasında kentleşme ya da daha
doğrusu kentlerin köyleşmesi sürecinde, çerçilerin ve çerçi ile ticaretin
yerini sinekli bakkallar aldı. Nerede şimdiki gibi kredi kartı, pos makinesi,
varsa yoksa kara kaplı defter ya da renkli kağıtlardan oluşan, 500 ya da 1000
liralık karneler.. Kâğıtların üzerinde rakam değeri olur, aynı rakamlar hep
benzer renkte kâğıtlar üzerinde yer alırdı. Bizim eve de, aylık harcama tutarı
kadar karne gelir ve benim için keyifli bir süreç başlardı. Annem karne
tomarını elime tutuşturup bakkala gönderdiğinde her seferinde farklı bir
yerinden özenle bir sayfa yırtardım. Bu benim kendi kendime takdir ettiğim bir
tür bahşiş gibiydi ve arada kendime cömert davranıyor olmam da sanırım gayet
doğaldı. Karneyi eline alan Hacı amca -ki, bakkalların tümü de hacı olurdu-,
ilgili tutarı yırta yırta karneden çıkarırdı. Tabi bu arada bir elinde
sayfaları açık karne diğer elinin işaret parmağını ağzında şööyle bir ıslatır,
sayfaları çevirir, her çevirişten sonra parmağını yine ıslatır, yine ıslatır,
taşı bile çatlatacak bir ağırlık ve sakinlikle parasını alırdı.
Eskiden, köy-kentler içerisinde yaşam daha bir farklıydı.
para
denilen illet bile
çok renkliydi...