Anasayfa

61-HAYALET I

9 Temmuz 1864'te, 69 yaşındaki Londralı banker Thomas Briggs, Fenchurch Street'ten Chalk Farm'a giden  21:50 North London Railway treninde seyahat ederken dövülerek soyuldu ve akabinde de öldü. Soygunu gerçekleştiren Alman terzi Franz Müller, uzun bir soruşturma sürecinden sonra tutuklanıp idam edilmiş olsa da trenlerde güvenlikle ilgili endişeler de bu ilk cinayetle daha ciddi bir hâl almıştı.

Nadiren, yanlış bir istasyonda inen bir yolcu ya da kaybolan bir bagaj kaydına rastlansa da yolcularının çoğunluğu Avrupa yüksek sosyetesinin üyeleri olan P-45213 numaralı Paris-Berlin treninde, büyük bir sorunla karşılaşılmamıştı. Demir Yoları İdaresi ve özellikle Paris–Berlin hattının bu yüksek  prestijli treni, bu olaylardan mümkün olduğunca az etkilenmeye çalışıyordu. Gangsterlerle dolu Batı Amerika trenleriyle karıştırılmaktan özellikle hoşlanmıyorlardı; ne de olsa yolcularının yarısından fazlası, yanlış çatal kullanan insanlara bile şüpheyle bakan aristokratlardan oluşuyordu.Hatta bu durum sosyolojik bir çalışmaya konu bile olmuştu. Demir Yolu İşletmesi Arşivi ve çalışanlarla yapılan görüşmelere ait makale yayımlandığında büyük ses getirmişti. Buna göre; yolcuların %65’i aristokrat, %27’si ateşli orta sınıf ve %8’i de “yanlış istasyon yolcuları” idi. Olmazsa olmazlar arasındaki son grup, burada lisanı münasiple belirtilmiş olan okuma yazma bilmeyenlerden oluşuyordu. Daha birçok karmaşık detayın sunulduğu çalışma o kadar dikkat çekmişti ki 28 Kasım 1660’ta kurulan İngiliz History of The Royal Society, çalışmayı yapan bilim insanına, yabancı bilim adamı statüsünde üyelik daveti yapmıştı. Paris-Berlin hattında çalışan trenin etrafında gelişen çılgın olay ve durumlar durmak bilmiyordu.

Bir trende gerçekleşen ilk cinayet ve suçlunun kaçtığı New York’tan, Londra’ya getirilerek halka açık bir alanda 50 bin kişilik kalabalığın önünde idam edilmesi, insanların konuşmaktan bıkmadığı bir konu haline gelmişti. 06 Ocak 1854’te Londra’da Artur Conan Doyle tarafından yaratılan Sherlock Holmes hikâyeleri, herkesin kendisini dedektif sanmasına yol açmıştı. Holmes’un yaşayan bir karakter olduğuna o kadar inanıldı ki kendilerinde de aynı zekânın varlığını keşfetmeleri çok uzun sürmemişti. Özellikle sosyetenin yaşlı kadınları, hafif kıstıkları gözleri ve ileri doğru uzatarak büzdükleri dudakları ile herkesi incelemeye başlamış, bu nedenle de zaman zaman istenmeyen olaylar da yaşanır olmuştu.

Mesela yolculuklardan birinde, baştan aşağı siyah giyen ve nedendir bilinmez sürekli eteğini düzeltmek gibi bir alışkanlığı olan Leydi Arbeaumont, kafayı taktığı Hintli bir beyefendinin kaçak bir katil olduğu sanrısına kapıldığı için şikâyet etmişti. Kanıt soran görevlilere de adamın koyu teninin bile bunu anlamaya yettiğini belirtmesi üzerine, adı Aarav Anat olan elmas tüccarı saatlerce bir kompartımana kapatılarak sorgulanmıştı. Bu olay, bazı araştırmacılar tarafından Avrupa trenlerinde “ırk temelli sezgisel dedektiflik dönemi”nin başlangıcı olarak kabul edilmiştir. Bir diğer olayda, altın saatini çaldı diye bir oda servisi görevlisini suçlayan adamın, aslında bir sahtekâr olduğu anlaşılana kadar, zavallı görevli trendeki korumalar tarafından iyice hırpalanmıştı. Konu ile ilgili en ağır vaka, yıllarca Hindistan’da yaşamış ve Budist Felsefeyi hatmetmiş olan bir Alman asilzadenin etrafında gelişti. Bilinen en eski Budist Tapınağı olan Mahabodhi Tapınağında hacı olduktan sonra gaza gelip sessizlik yemini etmişti. Sakin görünsede de aslında içi içine sığmıyordu, yüzünde asılı gülümsemesi ile elindeki buhurdanda tütsü yakıp dua ediyordu. Bir ara yere oturdu, yoga pozisyonuna geçip bacaklarını ensesinde birleştirdi. Tabii görevliler bu Budist yemini ve durumu, kendisini bir şekilde katil sanan iki meraklı yaşlı hanımefendi tarafından şikâyet edilmesi ve konuşana kadar -ki bu süreyi eşek sudan gelene kadar şeklinde ifade etmek mümkün- dövülmesi sonrasında öğrenebilmişlerdi. Ağzında kırılmamış dişi neredeyse kalmayan zavallı adam, bir yandan gözünün üzerine düşen göz kapağını kaldırmaya çalışırken diğer yandan da yarı anlaşılır bir sesle “Buda’dan nefref, nefeff, nefret ittim arkadaş!” diye ağlıyordu.

Yaşanan bu türden tatsız olaylar nedeniyle trene olan ilgi gittikçe azalmaya başlamıştı. Kumarhane olarak tasarlanan bir vagonun trene eklenmesi ya da yemek salonlarında canlı klâsik müzik yapılması, çeşitli çekilişlerle hediyeler verilmesi bile olumsuz önyargıların kırılmasını sağlayamamıştı. Artık o eski kalabalık yolcu gruplarından eser kalmamışken, herkesin ilgisini çeken bir olay gerçekleşti. Paris-Berlin Treni’nde bir hayalet vardı. Bu basit söylenti, üst sınıf yolcular arasında büyük bir heyecan yaratmıştı. Hatta Notre Dame rahibelerinden biri haberi aldığında, heyecandan dizlerim titredi diyordu. Korku ve merakla karışık bir heyecan tüm sosyeteyi sarmıştı. Hareket ettiklerinde kemiklerinden sürtünme sesi gelen ihtiyarlar bile trenle seyahat etmek ister olmuştu. Tamamen hayalete bağlanan kayıp hikâyeleri, adrenalin peşindeki soyluların rüyalarını süslüyordu. Acaba kimin hayaletiydi. Ortalıkta dolaşan bir sürü farklı görüş vardı ve bunun tek sebebi de hayal gücü zengin gevezelerdi. Bir söylenceye göre hayalet aslında buharlı trenin mucidi George Stephenson’du. Yaptığı işe o kadar aşıktı ki bütün buharlı trenlerde hayaleti vardı. Stephenson’un hâlâ hayatta olması bu görüş açısından bir parça sıkıntı yaratır gibiydi. Bir başkası büyük bir imanla hayaletin trende öldürülen bir askere ait olduğunu anlatıyordu, evine dönerken öldürülmüştü. Âşık olduğu kadını arayan kondüktöre ait olduğunu düşünenler de gün geçtikçe çoğalıyordu. Yanıt yokluğu ya da çokluğu hayaletli trenin daha çok merak edilmesine yol açmıştı.Hem saha önce sadece saraylara ait bir fenomen gibi görünen hayaletlere biraz daha yakın olma ihtimali de vardı. İnsanları cezbeden tarafı aslında bu sınıfsal gibi görünen ayırımın ortadan kalkıyor olmasıydı. Hayaletler artık herkesindi.

Hayaleti ilk kim gördü ve haberi tüm Avrupa’ya nasıl yayıldı kimse bu konuda bir şey bilmiyor olsa da trene olan o eski ilgi birden canlanmıştı. Hayalete falan inanmayan ve olaya sadece rakamlar açısından bakan Demiryolları İşletmesi, olayı daha da çekici hâle getirmek adına birkaç gazeteciyi satın almış hayalet konusunun sürekli manşetlerde kalmasını sağlamıştı. Hatta trenin popülaritesinin arttığını gören sinsi bilim adamları da trenle seyehat etmeye ve ağızlarından köpükler saçarak bu doğa üstü olaydan kendi çaplarında faydalanmaya başlamışlardı. Sorbon Üniversitesi'nin, bu konuda önceliği kimseye kaptırmamak için gizli bir gayret içerisinde olduğu kulaktan kulağa anlatılıyordu.

Herkesin işine ve hayatına burunlarını sokmaya bayılan asil züppe takımı, trenin seferlerini tekrar doldurmaya başlamıştı. Avrupa'da meydana gelen bu hararetli olaylara daha fazla görmezden gelemeyen İngiliz ve Amerikan gazeteleri de görevlendirdikleri sürekli muhabirlerle hayaleti yakından takip etmeye başlamışlardı. Haber toplama işi, iki grup arasında bazen hararetli tartışma ve kovalamacalara neden oluyordu. The Times gazetesinin burnu büyük muhabirleri, American The Conneticut Courant'ın sabırsız ve kaba  muhabirleri tarafından dövülerek trenden atılmışlardı. The Times gazetesinin editörü bu saldırıyı ufak bir müdahale ile manşetlere taşıdı: The Times Personeli Hayalet Tarafından Kovalandı!

Trende güvenlik artırıldığı için yapılan şikâyetler, arka planda ve kısa sürede çözüme ulaştırılıyordu. Genellikle suçsuz ve olaylardan uzak kişiler, olmayan bir cinayet ya da hırsızlıkla suçlandığı için; söz konusu kişi önce gözlerden uzaklaştırılıyor, sonra da ilk durakta indirilerek polise teslim ediliyordu. Sahte suçluyu tutuklayan polisler de Demiryolu Şirketinin elamanlarıydı ve trenden indirilen adamdan önce özür diliyorlar sonra bilet parasını kendisine iade ederek Berlin’e kara yoluyla götürüyorlardı. Her seferde birkaç katil ve hırsızın bu şekilde yakalanması verilen içkili partilerle kutlanan bir törene dönüşmüştü. Bu törenlerde içilen içki miktarının Fransa'nın kişi başına düşen yıllık tüketiminin çok ötesine geçtiği söylenmektedir. Hayaletli dönem olarak adlandırılan bu süreci, gizli bir gölge politika ile yöneten Demir yolları İdaresi, harcadığı paranın neredeyse elli katını kazanır hale gelmişti böylece, varlığı bile tartışmalı olan hayalet birden herkesin mutluluk kaynağı oldu... 

 

 

 

Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam18
Toplam Ziyaret82900