
ABSÜRD II
Büyük Düşes Alexandra Pavlovna hiç çıkarmadığı beyaz eldiveni ile tuttuğu Henri Soufflot tasarımı, gümüş zarf ve kaideli likör kadehi ile kendisine sunulan Chamboard egzotik meyve liköründen soylu bir abartıyla bir yudum aldı ve neşe içerisinde “Yüzüne söyledim ayol” diyerek az önce yaptığı müthiş esprisinin etkisini artırmaya çalıştı. Mesajı alan baş yalakası bilmem ne Baronesi dişlek Talia Ucuklova “lütfen tekrar anlatın düşes hazretleri!” diyerek, aslı beş para etmeyen ancak harikaymış gibi yapmak zorunda oldukları o asil espriyi tekrar etmesini istedi. “O kocaman sakalının içinde kuş yuvası vardır Karliçkova dedim, kendisi dahil herkes gülmekten yıkıldı.” Masanın etrafında bulunan ikinci dereceden kene karakterli soylular sanki ilk kez duymuş gibi anırarak gülüyorlardı. Karliçkova diyerek ne kadar samimi olduklarını göstermeye çalıştığı kişi, bu konuşmanın ertesi günü yayımlanacak olan Das Kapital’in yazarı Karl Marx’tı.
Büyük Düşes, kendisini tam bir kültür kelebeği gibi hissediyordu. Yılın başından beri Avrupa ultra yüksek sosyetesi ile katılmadığı etkinlik kalmamıştı. Yaşı ve ürkütücü zenginliği sayesinde hemen her yerde baş köşede ağırlanmıştı. Artık burada düşes hazretlerinin bir sırrının paylaşılması gerekmektedir. Avrupa gezisinin ilk durağı ve kültürel faaliyeti, Pierre-Auguste Renoir ile görüşmek olmuştu. Günümüzde bile ünlü ressamın Avcı Kadın Diana adlı çalışmasındaki modelin sevgilisi Lise Tréhot olup olmadığına dair Sanat Tarihçilerin tartışmaları sürmektedir. Düşes hazretlerine göre model kendisidir ya da Renoir ressam olduğu kadar da büyük bir pazarlama dehasıdır.
Modellik sırasında 1 Nisan’da açılışı yapılan Paris Dünya Fuarı’nın açılışına katılan kalbur üstü konuklar arasındaydı. Yok fuardı yok sanayisel gelişmeydi o taraklarda hiç bezi olmamasına rağmen gitmek için çok heyecan yapmış hatta iki kere olmak üzere takma dişlerini de sağda solda kaybetmişti. Mesele fuar ya da Paris değildi, bizzat III. Napolyon’un daveti üzerine Paris’e gelen Osmanlı İmparatoru Abdülaziz ile tanıştırılmak istiyordu. İsteğine kavuşması çok mutlu olmasına neden olmuştu. Dalgın dalgın uzaklara bakarken “Ama ne yakışıklı adamdı” dediği duyuluyordu. Aynı ay başka önemli bir sanat faaliyetinin açılışındaydı. 27 Nisan günü, Romeo ve Jülyet Operası’nın galasına katılanlar arasında yerini almıştı. Fransız opera bestecisi Charles Ground tarafından bestelenen eser, Paris’te Théatre Lyrique’te sahnelenmiş ve büyük ses getirmişti. Bu seslerden biri de Büyük Düşes Hazretlerine aitti. Uzun süre anlata anlata bitirememişti. “Ne aşklar vardı “diyerek kendisinin de büyük aşıklar arasında olduğunu anlatmaya çalışıyordu. Tüm bu anlatılan yerlere, etrafındaki keneleri ile katılıyor, her para babasının gördüğü muamele üzere her dediği neredeyse alkışlarla karşılanıyordu. Bu güç ve sınırsız şımarıklıkla, P-45213 trenin devasa vagonlarından birini komple tuttuğu için yolculuğuna özel aracı ile giden biri gibiydi. Berlin ve hemen Hamburg’a yapacağı gezi le ilgili heyecanla konuşurken, özel vagonun geniş oturma salonuna giren iki kişiyi fark etti. Önde olan uzun boylu, sarışın uzun saçları açık çok yakışıklı bir erkek arkadaki ise ergenlik çağında bir kızdı. Yanındakilerin, gelenleri vagondan çıkarmak için hamle yapmaları üzerine düşes onları durdurarak masaya adavet etmelerini istemişti. Biraz meraktan biraz da artık etrafındakilerden sıkıldığı için gelenleri tanımak ve konuşmak istemişti. Hem tüm soylularda olduğu gibi bu köylü görünümlü tiplerle alay da edebilirdi. Başkalarını aşağılamak soylular için bir tür spor müsabakası gibiydi ve Düşes bu konuda tam bir uzman sayılırdı.
Yakışıklı delikanlı güzel bir sesle La Rocheile Baronu Jean d’Angely olarak kendisini tanıtmıştı. Kendinden emin tavırları gerçek bir soylu olduğunu gösteriyordu. Büyük düşes artık genç Baron’un yörüngesine girmiş, ağzından çıkan her sözü dikkatle dinliyor ve yakışıklı adamın kadehine içkisi de kendisi dolduruyordu. Genç adam neler anlatmadı ki Afrika gezisinden yeni dönmüştü. Düzenlenen safaride avladığı hayvanları, silahını nasıl kullandığını av etini nasıl pişirdiğini, bazı sebzelerin etle birlikte nasıl güzel bir lezzete sahip olduğunu, Fransa’ya dönerlerken denizde atlattıkları fırtına tehlikesini, kaptanın dalgalar nedeniyle denize düşmesinden sonra nasıl dümene geçtiğini ve gemidekileri kurtardığını soluk almadan anlatıyordu. Şimdi de annelerinin ölümünden sonra bakımıyla ilgilendiği küçük kardeşi ile Berlin’e bir aile ziyareti yapmaya gittiklerini söyledi. Dinledikleri yüzünden gözleri yuvalarından fırlayacak kadar büyüyen Düşes Hazretleri “biraz da anlatın” diyebilmişti. Bu delikanlıda, şimdi adını unuttuğu ilk aşkının yüzünü ve davranışlarını görmeye başlamıştı. Hayranlığı o kadar arttı ki “sizi sabaha kadar dinleyebilirim” diye ekledi. Masanın etrafında oturanlar düşesteki bu değişikliği anladıklarında bir kıskançlık havası esse de hışmından korktukları için hiçbir şey diyemiyorlardı. Genç Baron’un konuşurken sergilediği hâl ve içki kadehini masadan alıp dudaklarına götürüşündeki zarafet düşesi artık iyice kendisinden geçirmişti. Tüm gücüne ve zenginliğinin verdiği özgüvenle, etrafındaki birkaç kişinin düşüp bayılmasına yol açan kelimeler ağzından çıkıvermişti. “Benimle evlenir misiniz sayın Baron?” Trenin raylar üzerinde çıkardığı metalik ses dışında, arkadan biraz da derinden Rus besteci Modest Petrovich Mussorgsky’nin Kel Dağı’nda bir Gece adlı klâsik eseri duyulurken yapılan bu teklif bir ölüm sessizliğinin yaşanmasına yol açmıştı. Düşes hazretleri bu çıkışı nasıl yaptığına kendisi de inanamamıştı ama bu yıl o bir kelebekti ve her istediğini yapabilecek güce de sahipti. Yanıtı beklerken tüm hayatı gözünün önünden bir film şeridi gibi geçiyordu. Çocukluğu, ergenliği, ilk evliliği, dul kalması, sonraki evlilikleri, çoğu asker olan sayısız sevgilileri. Tüm bunların yanında genç Baron tertemiz bir başlangıcı ifade ediyordu. Baron Jean d’Angely’nin, soruyu duymamış gibi durması düşesin bir kere daha âşık olmasına neden olmuştu. Büyük bir arzuyla yanıtı beklerken ne kadar sürdüğü belli olmayan sessizliği Baron’un kız kardeşi bozdu: “Evet!” Düşes’in mutluluğuna diyecek yoktu. Baron saatin geç olduğunu belirterek izin istedi. İsteği haklı bulan düşes hazretleri yarın konuşacaklarını belirtip gidişlerini izledi. Ayağa kalkan Baron Jean d’Angely kendi vagonlarına doğru ilerlerken kardeşinin bileğine bağlı ipi tutuyordu.