Anasayfa

62-ŞEYTAN I

John Milton’un 1667 yılında yazdığı Kayıp Cennet adlı kitabında; Şeytan  cehenneme atıldığında devasa bir mimar ordusu ile şeytani madenlerden elde edilen metallerle göz kamaştırıcı büyüklükte adı Pandæmonium yani “Tüm İblislerin Yeri” anlamına gelen bir saray inşa ettirir. Yine Milton’un tasvirine göre; parlak altından yapılmış sarayın kubbeleri, gökyüzüne benzeyen bir tavanı taklit etmiştir. Salonları sonsuz adımlarca geniş ve kapıları devasa bronz kanatlıdır. Altın kubbe altındaki tahtında oturan Şeytan, “oğlum Milton ne güzel de yazdın” diyerek gülümsedi. Adamı, gece yarısı sıcak yataklarında erken boşalma ile biten bir sevişme sonrası, sinirle arkasını dönmüş çıplak karısının yanında muzaffer bir eda ile yatarken uyandırmış ve yazı masasına gitmesini sağlayarak tasviri kulağına kendisi fısıldamıştı. Şeytanın fısıltılarına, yastığını yumruklayarak kabartan Milton’un karısının homurdanması eklenmişti: “Kalemi tutmayı biliyorsun!”

Cehennem Kongre Kitaplığı’nda, Milattan Önce 8. Yüzyıldan itibaren Şeytan  ile ilgili yazılmış kitaplardan oluşan bir okuma listesi vardı ama her zaman için favorisi Kayıp Cennet’ti. Bu metinde kendisini hem dramatik hem retorik anlamda en büyük, en görkemli, en derin haliyle buluyordu. Milton’u başa aldığı okuma listesini gözden geçirirken sabırsızca bağırdı “hani nerede kaldı!” Etrafındaki zebaniler korkudan kaçışırken uzaktan saygıyla sesleniyorlardı “az kaldı karanlık ışığın yüce efendisi!”. Sabırsızlığının ve kızgınlığının nedeni, Evrensel Telepatik Parazitin bir süredir artmış olmasıydı. Kötülüğün dengesi bozulmuş gibi göründüğünden Cehennem Analitik Bölümü’nden (CAB) dünyadaki duruma dair bir rapor istemişti. Nihayet rapor kendisine sunulduğunda sinir küpüne döndü: Kötülük oranının artışı %312’ydi. Her ne kadar başarı olarak adlandırılabilirse de burada anılan kötülük Şeytan’ın imzasını taşımıyordu. İnsanlar artık kendi başlarına hareket ediyorlardı. Son cümleyi okuduğunda belki yapıldığından beri ilk defa tahtının ayaklarından gıcırdama sesi gelmişti. Çevresine dehşetle bakarken, şaşkın gözleriyle “Yoookkk artıkkkk daha neler!?” der gibi gıcırtı gelen ayağı işaret etmişti.

II

Önce CAB raporu ve üstüne tahtından gelen gıcırtı Şeytanın keyfini iyice kaçırmıştı. Bu durum tüm varlığı boyunca ikinci kez olmuştu. İlkinin sonucu malumdu cennetten kovulmuş, kendisini sonu gelmez bir savaşın içinde bulmuştu. Peki şimdi olanların anlamı neydi? Biraz olsun kendisini toparlamak için Cehennem Salgınlar (CSD) ve Çevre birimlerini (CÇB) toplantıya çağırdı. Salgınlar Dairesi; 1545-1548 yılları arasında Meksika’da yaklaşık olarak 15 milyon insanın ölümüne yol açan kanamalı ateş ya da 1665-1666 yılları arasında gerçekleşen Büyük Londra Vebası gibi bir salgının uygun olacağını görüşe sunmuşlardı. Öneriyi acemice bulan Şeytan, Salgınlar Dairesi başkanını parçalara ayırırken, “Biraz böyle dolaş kendini bul bakalım” diye homurdanıyordu. Sonra birden çok önemli bir şey düşünenler gibi eli çenesinde gözleri sarayının altın kubbelerine bakarken “daha fena şeyler lazım. Mesela bir kokteyl!” Böylece 1877-1885 yılları arasında Rus İmparatorluğu, Mısır, Hindistan, Almanya ve Montreal’de sürecek olan veba, kolera ve çiçek hastalığı programa alınmış oldu. Ancak hâlâ içindeki boşluk hissine engel olamıyordu. Kokteyle birkaç yangın eklenmesini söyledi. Planlanan salgınlara ek olarak; Büyük Portlanda ve Quebec yangınları ile pis kokular geliyor dediği Paris’in yakılmasına karar verildi. 1871 yılında Paris Komünü sırasında çıkan yangınla Tuileries Kraliyet Sarayı, Louvre Kütüphanesi, Adalet Sarayı, Hotel de Ville, Lyon Garı ve d’Orsay Sarayı bir güzel yanmış oldu. “Ne kadar ilginç diyordu” gülerken, “onlar yanıyor ben serinliyorum, Allah’ın işi işte”.  

Şöyle hafif bir mutluluk hissi zihnini kaplamak üzereydi ki bir ayakkabısında toz olduğunu gördü. Yüz ifadesini tarif artık mümkün değildi. Bir şeyler olduğunu gören ama ne olduğunu anlayamayan insanların o dehşet ifadesi yüzüne yapışmış hatta resmen oturmuştu. “Ey yumurtaya can veren Allah’ım” derken durdu ve çığlığı bastı “Cehennemde tozun ne işi var lan, şaka mı bu!” Zebaniler, düşmüş melekler, günaha sokucular, ikna ediciler, caydırıcılardan oluşan büyük bir kalabalık korkuyla sağa sola doğru koşuşturmaya başlamış saraya tam bir kaos hâkim olmuştu. Etrafına şaşkınlık ve sinirle bakarken, az önce parçalara ayırdığı Salgınlar Dairesi (CSD) başkanının başının havada kendisine doğru sırıtarak uçtuğunu fark etti.  O sinirle Allah yarattı demeden “senin de taaaa!” diyerek koca kafaya tekmeyi basıverdi.

Tahtına oturup ayakkabısındaki toz lekesine bakarken, Cehennem Kongre Kütüphanesi Moral Birimi (CKKMB), geçmişteki büyük başarıları sunum haline getirmişti. Bu sunum bir nevi zaman makinesi gibi çalışıyor ve izleyeni olayların içine götürmesini sağlıyordu. Şeytan bu türden aksiyonları sevdiği için daha sonra büyük müttefiklerinden biri olacak olan Bill Gates diye bir adama power point fikrini fısıldayacaktı.

Sunumda neler yoktu ki en sevdiği Roma dönemi Yahudi ayaklanmaları ve bastırılmaları; Kartaca’nın yıkılması, Britanya ve Galya ayaklanmalarının batırılması, Boudicci Ayaklanması, Mezopotamya Şehir Kıyımları; Hun Mezalimi, Haçlı Seferleri, Moğol İstilaları, Avrupa’da Yahudi kıyımları, Rhineland Katliamı, Kongo-Orta Afrika Köle kıyımları derken neredeyse 100 milyon insanın yok edilişini izlemek moralini yükseltmişti. Hatta biraz ileri eğilip, elindeki asa ile Salgınlar Dairesi Başkanı’nın gövdesini arayan bir kolunu gövdeye doğru iteklemişti. “Hadi yine iyisin köftehor” derken gülümsemişti bile.

Biraz sakinleşmek istedi, tahtına oturmuş etrafta uçuşan vücud parçalarını izlerken, Cehennem Nedensiz Sonuçlar Dairesi (CNSD)’den gelen haber tüylerini diken diken etti. Ayakkabıda görülen tozun nedeni çözülmüştü. Şeytanın itibarı %40 oranında azalmıştı. Prestiji düştükçe, Evrensel Telepatik Parazit artmaya başlıyordu. Devam etmesinin pek hayra alâmet olmayacağını söylemeleri üzerine, Şeytan dünyayı bizzat ziyaret etmeye karar verdi. Sorunun tespit edilmesi sanki içini biraz rahatlatmıştı. Enerjisi yükseldi, seyahat planını yaparken diline nereden dolandığını bilmediği garip bir cümleyi hafif dans ederek tekrar ediyordu “Adanalıyık, Allah’ın adamıyık annüyün müü”