Anasayfa

66.DOSYA-ŞEYTANIN KORUDUĞU ADAM: ADOLF HİTLER

-I-

Resmi tarih II. Dünya Savaşı’nın Berlin’de, 07 Mayıs 1945’te tam da başlama emrinin verildiği yerde bittiğini anlatır. Oysa, Şubat 1962’de hem de başladığı yerden binlerce kilometre uzakta Şili yakınlarında bitmişti.

Polonya’nın Ketrzyn kasabası yakınlarında inşa edilen Wolfsshanze (Kurt İni)’de 50 sığınak, 70 kışla, iki hava alanı ve bir tren istasyonu vardı. Devasa sığınakların duvar kalınlıkları 7 metreye ulaşıyordu. Bu güvenli in, 20. Yüzyıl kasabı olarak anılacak olan Hitler’in en çok zaman geçirdiği yerdi, savaş planlarını burada yapıyordu.

20 Temmuz 1944 günü, Berlin’den gelen subaylarla saat 13:00’te bir toplantı yapılması kararlaştırılmıştı. Kimsenin kendisini takip etmediğini anladığında, elindeki çanta ile küçük pencereli içerisi kireç ve yakıt kokan dar depoya giren adamın adı Albay Claus von Stauffenberg’ti. Kapıyı kapattığında aniden yere düşen süpürgenin sesi göğsüne yumruk gibi indi. Peşinde birinin olup olmadığını anlamak için nefesini tutup etrafı dinledi; duvarların içinden sızdığını sandığı uğultu bile kalp atışlarından hızlı değildi. Loş ışıkta, çekmecenin yerini bir an için seçemedi. Yıllardır cepheden cepheye dolaşan bu güçlü askerin gözleri yanıyordu, bir damla ter kirpikten kayıp yanağını yakarak yere düştü. Damlanın yere çarpma sesini duyup irkildi. Sanki binanın içindeki her sesi duyuyor gibiydi ama duyduğu şeyin adı bu sefer düpedüz korkuydu.

Hızla kendisine tarif edilen çekmeceye bırakılan 1 kilo plastik patlayıcı bloğunu aldı ve masanın üzerine koydu. Çantasının ve üniformasının gizli bölmelerine sakladığı bomba mekanizma parçalarını da masanın üzerine yerleştirdi.

Büyük bir sessizlik ve dikkatle çalışmaya başlayacakken, toplantının 15 dakika öne alındığı haberi koridorda yankılandı. Bu haberle nabzı daha da yükseldi. İki bomba hazırlamak için zamanın yetmeyeceğini bildiğinden hızlandı, hızlandığında terlemeye başladı. Parmak uçları karıncalanırken, kulaklarında ağır bir çınlama başladı. Bir an nerede olduğunu, ne yaptığını unuttu. Hatırladığında, mekân daha da daralıp küçüldü zaman kavramını tamamen yitirdi. Sanki zaman, alnını yarıp dışarıya kaymıştı. Tüm bunlara rağmen, bir çatışma sırasında kopan sol baş parmağı yüzünden hareketleri zorlaşsa da başarısız olma lüksü yoktu.

Patlayıcı bloğuna yerleştirilen kurşun kalem patlatıcının ucunu penseyle ezdi. Kurşun kalem fünyesi; ateşleme iğnesini vurmalı başlıktan geri tutan teli sessizce yemesi yaklaşık on dakika sürecek olan bakır klorür içeren ince bir bakır tüpten oluşuyordu.  Belki kendisi de ölecekti ama en azından dünya bu manyaktan kurtulacak diyordu. Albay hiç evlenmemişti ama bir sevgilisi vardı. Bombayı evrak çantasına yerleştirirken fısıldadı, “In einem anderen Leben, Johanna/Başka bir yaşamda Johanna”.

Albay Claus von Stauffenberg (15 Kasım 1907-21 Temmuz 1944)

-II-

Toplantı odasına girdiğinde dizlerinin titremesini saklarken göz ucuyla saydı: Gestapo’dan, SS’den ve Wehrmacht’tan tam 24 kişi. Sekretere, Führer’e özel sunum yapacağını, yakınına oturacağını söyledi. Bu yaratıcı ve karşı konulamaz istek, sorunu kolayca çözdü. Hitler’in sağındaki koltuğa oturdu. Askerdi ama suikast başka bir uzmanlıktı. Doğal görünmeye çalışarak yerine oturdu, sanki tüm bakışlardan kaynaklanan tonlarca ağırlık tek bir yerde, ensesinde toplanmış gibiydi. Birden derinden gelen lanetli bir öksürük krizi, gerçekten de tüm gözlerin kendisine dönmesine neden oldu. Kahretsin diye düşünürken durumdan faydalandı, abarttığı öksürükle sarsılan gövdesini iyice eğdi ve bombalı çantayı Hitler’in sandalyesinin dibine bıraktı.

-III-

Dünyanın başına bela olan bu adamın hayatı da pek kolay geçmiş gibi görünmemektedir. A kalite bir manyak olarak, boyundan çok büyük işlere kalkıştığı için olsa gerek kaderi küçük şakalarla doluydu. 1932-1944 yılları arasında kayıtlara geçen suikast denemesi sayısı 42’dir. Halktan saklanan ya da propaganda değeri olmayanlarla birlikte sayı 48’e çıkıyordu. Hatta kendisine söylenmeyen denemelere dair kayıtlara, arşivlerin tozlu raflarındaki belgelerde rastlanması da mümkündür. Başarısızlık, yapanlar için olumsuz bir durum olsa da Hitler açısından bir tür egzersiz gibi olduğundan şüphe yoktur.

Dünya tarihi; suikastlar, komplolar ve denemeler açısından zengin bir listenin oluşmasını sağlayacak kadar uzundu. Bu türden bir listeye bakıldığında Fidel Castro, Adolf Hitler ve Charles de Gaulle isimleri ilk üç sırada yer alırlar.

İlk sırada yer alan Fidel Castro, 600’den fazla saldırının hedefi olmuştu. CIA tarafından organize edilen ve karmaşık yöntemlerle yapılan öldürme planlarına rağmen 90 yaşına kadar yaşadı. Bu inatçı adam, sonunda Tanrı tarafından öldürülebildi.

De Gaulle’ün durumunda, bol sayıdaki düşman dışarıdan değil içerideki direniş örgütlerindendi. Yaklaşık 31 saldırıdan kurtulmanın şerefine, Château Margaux dolu kadehten bir yudum aldıktan sonra, meşhur “Fransızlar bana ateş ediyor” esprisini patlatmıştı. 80’inci yaşına 13 gün kala karısının kollarında öldü.

Aslında ikinci sırada olan ve yapılan yaklaşık 48 suikastten kurtulabilen Adolf Hitler, aktarılan kayıtlara göre sadece Wolfsshanze (Kurt İni)’deki patlamada küçük yaralar almıştı. Etrafını saran o kan kokusundan oluşan görünmez bir bulut, ölümü bile kendisinden uzak tutmuş gibiydi. Milyonların kasabı olan bu adamın ölümü de yine kendi eliyle gerçekleşti. Ölüm söz konusu olduğunda son sözü söylemek gibi bir alışkanlığı vardı. Resmi tarih, Berlin’de yeraltı sığınağında (Führerbunker) intihar ettiğinde 56 yaşının içinde olduğunu kaydetti.

-IV-

Toplantı saati yaklaşınca odada bir hareketlilik başladı. Kurmay Albay Heinz Brandt elindeki dosyayı Hitler’in önüne koymak için geldiğinde, çantaya çarptı. Albay Claus von Stauffenberg aniden atılarak çantayı almak istedi ancak Brandt daha hızlı davranıp, masanın kalın ayağının arkasına itti. Müdahale edecek zaman bulamadan Führer toplantı salonuna girdi ve zaman dondu.

Stauffenberg kendisini, ter içinde hatta teriyle dolu bir havuza düşmüş gibi hissediyordu. Hitler açılış konuşmasını yaparken, umutsuz bir şekilde saatine baktı 12:41. Patlamaya bir dakikadan kısa bir zaman kalmıştı, artık yapabileceği hiçbir şey kalmadığı için rahatladı. Doğruldu ve sırtını koltuğa yapıştırdı. Ciddi görünüyordu ama içindeki kahkaha seslerini duyabiliyordu. Onca aksilikten sonra sonuncu dakikaya gelmiş olmak, gerilen sinirlerinin boşalmasına neden olacak bir tuzak halini aldı. Onca zahmetle koltuğun neredeyse altına iteklediği çanta geri dönmüş, neredeyse kendi koltuğunun altına gelmişti. Havaya uçacaklar listesine kalın meşe masa ayağı da eklenmişti.  Son dakika, ölüme doğru akan son saniyeler. Derin bir nefes aldı daha da rahatlamış bir şekilde patlamayı ve Hitler’in en azından ağır yaralanmasını görerek ölmeye karar verdi.

Toplantı salonunun duvarında asılı saatten gelen tik tak seslerine odaklandı. Ölümüyle arasında duran son saniyeler de sahneden ayrılıyordu. İçinden “Başka bir yaşamda Johanna” derken, 12:42 oldu ve göğsünde ağır bir basınç darbesi hissetti, ciğerlerine çektiği hava son parçasına kadar aniden dışarı boşalmış gibiydi.

Aynı basınç etkisiyle odadaki her şey havalanıp, yere ve uzak köşelere doğru savruldu. Hitler’in havaya fırladığını ve sonra yere yapıştığını görebildi. Parçalanan mobilyalardan çıkan toz, bir an, kalın bir tabaka halinde havada asılı kaldı ve kulakları sağır eden patlama sesi yeni duyulmuştu. Havada savrulurken, hâlâ pantolonları içerisinde kopmuş birkaç bacak başının üstünden uçarak yere düştü. Artık havada toz ve kan kokusu vardı ama delinen kulak zarları nedeniyle artık ses yoktu..

-V-

12 Eylül 1919 günü, Münih kentinin Eskişehir bölgesinde Tal 54 adresinde bulunan Sterneckerbräu/Bira evinin kapısında 30 yaşında bir adam belirdi. Ordu İstihbarat Subayı olarak Alman İşçi Partisi’nin (DAP) yapacağı toplantıyı izlemek için görevlendirilmişti. Dönemin Almanya’sında; siyasi toplantılar, sendikal tartışmalar ve radikal oturumlar genellikle bu tür birahanelerin arka odalarında yapılıyordu.

Sterneckerbräu; üst katında odaları, alt katında büyük bir salon ve arka tarafındaki küçük toplantı odası ile bu türden grupların sıklıkla kullandığı yerlerden biriydi.

Salonun duvarları, sürekli içilen tütün yüzünden kararmıştı. Döşemelerinde, havasında ağır bira ve nemle karışık kötü bir koku vardı. Salondaki masalar, neredeyse alındıkları günden beri temizlenmedikleri için yağ içindeydi ve sandalyelerin hepsi de yıllardır kendilerini ezen bitkin ve mutsuz bedenlerin ağırlığı nedeniyle gıcırdıyordu. “En azından onlar ruhlarını yitirmemiş!” diye düşündü.

Kalabalık olmamasına rağmen yine birkaç sarhoş işçi gürültü yapıyordu. Salondan içeriye girdiğinde, bakışlarına hâkim olan tiksintiyi gizlemeye çalışmadı. Kararmış duvarları, yağ içindeki zemin ve masalara baktı. Havada asılı bira kokusu ve duman herkese yaptığı gibi tüm ağırlığı ile onun bedenini de sarmıştı. “Almanya’nın yenilmişliğinin ve kayboluşunun kokusu!” diye söylendi.

Arka taraftaki toplantı odasına giderken gürültü daha da arttı. Odada bulunanlar Alman İşçi Partisi’nin kurucuları ve üyelerinden oluşuyordu. Henüz on kişi bile değildirler ve gürültüyü kesip içeri giren adama baktılar. Duman altı olmuş, ellerinde bira bardakları bulunan adamların tek tek gözlerine baktı. O gün orada olanlar, adamın gelişi ile odaya çöken garip enerjiyi tarifsiz bir korku olarak adlandıracaklar ve adını da asla unutmayacaklardı: “Ben Adolf. Adolf Hitler!”

-VI-

Wolfsshanze (Kurt İni)’deki bombalı suikast 48. Girişimdi. Toplantı odasına geldiğinde hızlı ve kesin hareketlerle yerine oturdu. Sessizliğin hâkim olduğu salonda herkes onu izliyordu. Ağzında bir şeyler geveledi ve bakışları, avucunda ezdiği kâğıdın bulunduğu sol eline takılı kaldı. Kendisi de o anda hangi duygu halinde olduğunu anlayamadı, yaşadığı Parkinson hastalığını gizlemekte artık eskisi gibi başarılı olamıyordu. Donuklaştı.

Diğerleri için belki bir dakika süren bu durgunluk hali, Hitler’e yüzyıllar, hatta bin yıllar gibi geldi. Tekrar tekrar doğdu, her doğuşunda yürümeyi yeniden öğrendi, konuştu, imparatorluklar kurdu, imparatorluklar yıktı. Bu anlarda Avrupa’da, Asya’da her yerdeydi. Başarıdan başarıya koştuğu bu yolculuklar, her seferinde içinde yankılanan bir sesle sona eriyordu: Kabul edilmediniz!

Yüzüne tokat gibi inen kafasındaki ses, onu kendisine getirdi. Salona bakarken, tüm gövdesinin büyük bir güçle geriye doğru itildiğini hissetti. Ne olduğunu sormak istedi ama kulağındaki basınç ve acı yüzünden kendi sesini bile duyamadı. Arkasındaki duvara doğru sürüklenirken, odadaki insanların ve eşyaların havada uçuşmalarını izledi. Başının üzerinden geçen 1940 üretimi Olivetti M40 model daktilo, duvara çarparak paramparça oldu. Bu sessiz ve hızlı sinema, 1 kiloluk plastik patlayıcının ürkütücü sesi ile sona ermişti.

Duvara sırtını çarptı ve düştü. Artık buradan sonrası şoktu. Nerede olduğunu, neler olduğunu düşündü ama zihninde bir kayıt yoktu. Üzerine baktı, pantolonu ve ceketi yırtılmış, bacakları kanıyordu.

Olanları anladı, “suikast!” dedi, bayılırken gülümsüyordu. Şunun şurasında sevdiği şeylerin sayısı azdı. Özellikle son zamanlarda aldığı zafer haberlerini seviyordu. Suikastları da onlardan daha çok sevmek gibi bir huy geliştirmişti. Başarısız her bir girişim, onun için Tanrısal dokunulmazlığını kanıtlayan mucizelerdi.  Rüyasında, bir toplantıya benzerlerini birini gönderdiğini ve sandalyesine konan bombanın patlaması üzerine parçalandığını gördü.

İlk suikast denemesini ciddiye alıp üzerinde durmamıştı bile. Saldırılar değişik şekilde devam ettikçe, bunları bir propaganda aracı olarak kullanmaya karar verdi. Nihayet Himler’in ısrarlarına dayanamadı ve dublör fikrini kabul etti. Bilinen ve kimlikleri açığa çıkan 3 benzeri vardı ama gerçek sayı bundan daha fazlaydı.

-VII-

Tüm hayatı boyunca kendisini ezik ve yalnız hisseden Hitler, Sterneckerbräu’daki toplantı sırasında ruhsal olarak kendisine geldi. Yüksek Alman ideallerinden dem vuran bir ayağa kalkışın önemine değindi. Bu söyleme inanmaya, sadece orada onu dinleyenler değil tüm Alman halkı da uzun süredir hazırdı. Gobineau, Chamberlain ve benzeri yazarlar, "üstün Aryan ırk" fikrini yayıyordu. “Gobineau’nun “Aryan ütopyası”, Hitler’in ruhundaki boşlukta yuva buldu. Chamberlain’den okuduklarını “kader defteri” sanmaya başlamıştı. 30’una gelmesine rağmen kendisine bir yol çizememiş Hitler, birden aydınlandı. O aslında yüksek ideallerin adamıydı. Yalnızlık ve uyumsuzluğun başka bir nedeni de olamazdı. Aydınlanmayla birlikte aslında yeni mottosu da “toplumda kendine yer bulamıyorsan, kendi toplumunu yaratacaktın” oldu. Yalnızlığı ve uyumsuzluğu artık bir hata değil, yazgısının kanıtıydı.

İşçi Partisine üye olarak kabul edildiğinde kayıt numarası 555’ti. Aslında o kadar üyeleri yoktu, 500 sayısı kalabalık görünmek için uydurulmuştu. Ateşli bir hatip olan Hitler’in üye olması sonrası bu sayı gidecek artacaktı. Alman halkının rasyonel argümanlarla değil mit, sembol, efsane ve ritüellerle yönetilebileceğini görebilmişti. İçten içe derin hayranlık beslediği Arminus, Friedrich I. Barbarossa ve Siegfried gibi gerçek ve mitolojik kralların hayatlarından etkileniyordu. Günün düzeninden mutlu olmayanların yaptığı şeyi yaptı: Geçmişi ve geçmiş fikirleri anıtsallaştırdı. 3. Reich’ı (İmparatorluk Devleti/Bin yıllık Kader İmparatorluğu) ilân etti: Berlin’i, Roma ve Atlantis sentezi ile “Dünya Başkenti Germania” yapmak istedi; bayrak, selamlama ve miting düzenini ritüelin estetik yönü olarak gördü ve söylemlerini sürekli olarak kan, toprak kavramları üzerinden geliştirdi.

Hitler, hayatını bir tiyatro oyunu oynar gibi düzenlemeye başlamıştı. Duruşu ve etkileyici konuşmaları, dinleyenlerin de büyük bir disiplin içerisine girmesine neden oluyordu. Almanlar seçilmiş halk olduklarına o kadar inanmışlardı ki kuşkusuz bu başarı Hitler’e aitti. Kendilerini seçilmiş halk olarak görmek, Hitler’in ağzındaki kelimelerle yeni bir din gibi yayılıyordu.

Bu konularda Hitler’e ve amacına en çok hizmet eden kişi, SS kuvvetleri komutanı Heinrich Himler’di. Kendisinin, kuş sevgisi nedeniyle I. Heinrich’in reenkarnasyonu olduğuna inanıyordu ve okültizmle çok yakından ilgileniyordu. Bu amaçla Ahnenerbe (Atalar Mirası Araştırma ve Öğretim Topluluğu)’yi kurdu. Temel amaçlarından biri “Almanların Seçilmiş Halk” olduklarını kanıtlamaktı. İşte liderin de “Seçilmiş” olduğuna inanması, bu kahramanlık hikayeleri ve büyük kralların adıyla birlikte anılmak isteği nedeniyle çok kolay olmuştu.

1890 yılından itibaren Alman halkına anlatılmaya çalışılan Ariosofi/Ariosophy Düşünce Akımı, Hitler ve Himler için ciddi bir düşünsel zemin halini almıştı. Savunulan fikirler: Alman Irkı eski kıtadan (Thule/Hyperborea) gelmiştir; gizli güçlere sahiptir, dünya tarihinin kaderi Almanlar üzerinden yazılacaktır ve Yahudiler anti-kader halkıdır şeklindeydi.

Her şey güzel görünse de Hitler, Thule’nin haritasını çizmeye kalkmış, kıtanın nerede olduğuna dair sekiz farklı yer bulmuştu. Hepsi de yanlıştı. Aslında yükseliş için fikri zemin hazırdı, sadece bunu üst perdeden dile getirecek biri lazımdı o da bulunmuştu: Hitler. Kitleleri etkileme ve yönlendirme konusundaki başarısı kendisini de etkiliyordu, etkilendikçe daha da coşup sınır tanımaz bir hâl alıyordu. Almanya’nın dünyanın kaderini yazabilmesi için milyonlarca insanın kaderiyle oynamak. Bunu inandığı yüksek idealler adına yaparken, bir işarete ihtiyacı vardı o da Himler’den geldi. O andan sonra da bir tür Tanrı sendromuna kapıldı.

Himler’in, Okült araştırmalar, mitoloji, ırk-arkaik köken takıntısı birçok çevreden kâhinlerle görüşmesine neden olmuştu. Vril Kızları olarak bilinen Maria Oršić’in yönettiği, uzun saçlı medyum kadınlar, Himler’i dünya ötesinden haber alabildiklerine inandırmışlardı. Kadınların yörüngesine giren SS Komutanının da ateşli bir şekilde Hitler’i iknâ etmesi hiç zor olmamıştı. Büyük Alman Ulusu’nun son birleştiricisi Adolf Hitler’in ta kendisiydi. İşte dünya ötesinden gelen işaret bu oldu.

Böylece ikisi de aradıkları şeyi bulmuş oldular: İçlerindeki büyük boşluğu ve kontrolsüz hırsı meşrulaştıracak, kader süsü verecek bir masal. Dünya ötesinden geldiğine inandıkları bu “işaret”, iki hastalıklı ruhun kendilerini aklamak için ihtiyaç duyduğu son bahaneydi.