Karda Kaymak

 

Biz çocukken ve henüz saflığımızı yitirmemişken ve hâlâ bir yılda dört mevsim varken ve şehirde kafamızı kaldırdığımızda tüm samanyolunu görebiliyorken, havanın soğuğuna, yağan karın çokluğuna ya da burnumuzun akmasına ve üstümüzde kalın kabanlarımız ya da ayaklarımızda Cat botlarımız  olmamasına aldırmadan saatlerce kayardık. Kar dedimse eskiden Ankara'ya gerçek kar yağar, sokak lambası ışığında ya da dolunayda şehir görülmeye değer bir hâl alırdı. Hem kar o zamanlar şimdi çoğunun bilmediği gibi lâpa lâpa yağardı.

 

Şimdi kış için bir kompozisyon yazın deseniz çocuklara ne yazacaklar allah aşkına? Ne kar yağar şehirde ne de gidip kayarlar. Öğleden sonra başlardı bizim törenimiz, varoşta yaşarsınız varoşun da hep yokuşu olur, varoş-yokuş, sesleri bile uyumlu canlarım benim, neyse, başlarsınız kaymaya, siz kayarsınız, ayakkabılarınızın tabanı inceleşir, ayakkabınızın tabanı inceleşir siz kayarsınız, burnunuz akar arada bir çekersiniz, düşmemek için ellerinizi sağa sola değersiniz ya da evden getirdiğiniz odun parçaları ile yanlardan dengeyi sağlarsınız, eldiveniniz vardır belki ama kaymaktan ve yere sürtmekten parmak uçları yırtıktır, siz kayarsınız sağdan soldan büyükler yürür, geçer gidersiniz, geçerken şöyle kafanızı çevirir onlara da bakarsınız, burnunuzu çeker hedefe döner, yüzünüze çarpan rüzgarın keyfini sürer uzarrr gidersiniz, aşağılara indiğinizde ki, eğer yuvarlanmadıysanız ve kafayı kırmadıysanız, yürüyerek geri çıkarsınız, sonra yine kayarsınız...

 

Biz, bir zamanlar bu memleketin fahri cam ustalarıydık..

Kardan buz,

buzdan da

cam

yapardık.