Çardak Hali..

Küçük zamanlarımda köyün en büyük evi gibi gelirdi bana. Yolun kenarında, dibinden su harkı geçen, belki otuz yıl evvelinden iki tuvalet yapılan bir saray gibiydi. Duvarları, kırmızı kiremitlerinin altında, beyaz badanası ile dimdik dururdu. Küçük ahşap pencereleri yukarı doğru kaydırılarak açılır, banyosu da yine ahşap bir dolap gibi görünürdü. Ayağımın da yandığı taş ocak, üç ayaklı kara bir demire ev sahipliği ederdi. O zamanlar her evde adet olduğu üzere taş ocağın üzerinde büyük bir ayna olurdu. Hani boyu kısa olanlar da kendilerini görebilsinler diye yere doğru eğimli asılırdı onlar da. Evler ve içinde dönen zaman eskidikçe aynalar da eskir ve önce kenarlarından sonra da ortalarından bozulmaya başlardı. Misafir Odası olarak düzenlenen ve “Küçük Ev” diye adlandırılan, özel bir de oda olurdu. “Küçük Ev”, kimi yerde baş oda denen ve konukların ağırlandığı mekânın bizim köydeki karşılığı demekti. Eğer annemlerle gitmişsek mutlaka o odada kalınırdı. Çardak da çok önemliydi benim için. Ahşap döşemeli o geniş alan, oyun parkımız gibiydi. Yine de bunlar içerisinde çardağa ait bir görüntü vardır ki, aklımdan da hiç çıkmaz. Serin olduğu için tütünler çardağa çıkarılır ve kalabalıkla dizilirdi. Hava kararır, namussuz tütün diz diz bitmez, küçük bir tüpe bağlanmış lüks lambası yakılır, köyde dolaşmadan döner ve merdivenleri ağır ağır çıkardım. Yukarıdaki sahne her seferinde muhteşem olurdu. Lüks lambası neredeyse güneş gibi her yeri aydınlatmıştır, kalabalık oturmuş tütün dizerken aşağıdan geleni merak eder ve dönerek merdiven başına bakar, işte unutulmaz olan da bu sahnedir. Gelen, kendisine dönmüş, lambadaki ışıktan daha parlak ve sevgi dolu gözlerle karşılaşır. Dilerim herkes, hem ömründe en az bir kere, böyle sevgi dolu ve kesinlikle karşılık beklemeyen bakışlarla karşılaşmanın keyfini yaşayabilmiştir..