E köye git bari..

Ana kucağıdır zaten baba toprağı. Gidersin, köye yaklaştığını burnuna gelen tezek kokuları ile anlarsın. Hem yaklaşınca zehir yeşili tarlalarda çalışanlar, çalışanların traktörleri, birbirlerine name yollayan eşekler, muhtemelen çıtır bir kuzu için kapışmış Murat 124 büyüklüğünde koçların boynuz tokuşturmaları, belli aralıklarla dizilmiş çeşmeleri, çeşmelerin hayvanlar için hazırlanmış içi su dolu hazneleri, yemek pişirilen evlerin bacalarından çıkan dumanlar, dağlara doğru yükselen ormanlar, ormanların içinde serpiştirilmiş küçük küçük başka köyler derken öyle bir karşılanırsın ki, yılların protokol memurları bile parmağını ısırır. Onlar parmağını ısırırken, benim içim ısınır..

Eve, karakolun orada inip, tütün aranlarını izleye izleye mi gideyim yoksa selektörde inip, büyük çalı büklerinin içerisinden mi? Oraya buraya bakarken hep aceleye gelirdi karar verme zamanı. Ben ineyim burada, olur yeeeğen? Karar hem son anda hem de acele ile verilmiş olsa da, başka bir pencere açardı bana. Yavaş adımlarla, neredeyse iki taraftan da yolun ortasına kadar ilerlemiş büyük çalılar arasında, hiç olmadığım kadar tetikte ilerlerdim. Ya bir yılan çıkarsa? Ya yeşilistan gelir saldırırsa? Çocuklukta duyduğunuz her tür hayvanla küçük bir hayvanlar mezarlığı fantazisi yazarsınız. E tabi yol boyu durmadan yediğiniz ve kaldığınız sürece defalarca ziyaret edeceğiniz böğürtlenler de zihninizi açar bu arada. Yine mi yeşil zamanları! Olsun du, hem ne fark ederdi ki o kadar lezzetlilerdi ki..

sıkıntı..

geldim ama bu sefer pek yalnız gelmedim. Üzerimde nedenini bilmediğim bir ağırlık ya da sırtımda sanki bir kaç kişi birlikte geldim, hem belki de köydeki en yaşlı insan da, herkes normal zamanında iken belki bin belki de onbin yaşında olan da ben idim..

ah benim güzelim, eli kınalım..

Hâlit ne olacak bu erdalın  hâli, bi okusan hemi? Ne alır ki sevgiden başka, ruha yapışmış gamı ya da kederi. Neler denemedi anneannem.. Yatarım dizine, okşar saçlarımı bir yandan da okur innnelleziiiiinnne ameenüüü.. Ne kadar denese de yetişmezdi nefesi, bedenim dışarıda ama ben girmişim küçük bir kutuya, kilitlemişim kendimi karanlığın içindeki kalbime. Münüseee, şu bizim erdala bi gurşun döksek heemi? Dökek abucuğum, dökek.. Sen şöyle otur hele, örtelim üzerini şöyle.. Küçük tüp dâhil tüm teçhizatı ile gelirdi Münüse Hala. Beyaz bir şeker torbasının içinden bir kaşık çıkarır, belki de nuhun gemisinden kalmadır, hele eritile eritile, insanların sırrını ortaya çıkaran ya da aurasındaki kötü elektriği kıran kurşun kütlesi.. Son işten kalma ucube biçimi bile bakarken korkuturdu insanı. Gir örtünün altına ve bekle ki çözsün sırrı büyük kadınların. Eriyen kurşun tam kafanın üzerinde buz gibi soğuk suya atılı verir. Büyük bir aşktır onlarınki şimdi.. Hasretle kucaklaşır su ile sıcak kurşun ve güüümmmm! Isı farkı, patlama, duman ve Münüse halanın hep gülen gözleri eşliğinde onları da bastıran anaaaam, nazara gelmişin erdalım nidaları.. Bak bu şunun gözü bak bu şunun göbeee derken işini bitirir ama yav o kimdi, bu kimdi derken bir milyon yeni sorunun altında kalmama da neden olurlardı..

kalkmaz bu yük..

Bağa gitmişin, yaylaya çıkmışın, arazide dolaşmışın derken rengin de iyice kararır. Sen kararınca da yeni kararlar alınır. Yeni karar; yaklaşık 1.60x1.60 m. ölçülerindedir ve adı da Selim Hoca’dır. Osman gelmiş köye, ben yalnız gitmem o da gelsindi benimle. Çaresiz anneannem demiş ya gidilecek, gidildi de. Otur yavrum dedi sevgi dolu bir sesle bana Selim Hoca, gel yanıma.. Ahşap makatın üzerinde ben ve Selim Hoca, Selim hocanın da arkasında Osman. Kitabı getir kızım hele.. Kara kaplı bir kitap ki, sanki bu bir Nasreddin Hoca fıkrası oynayanlar da Nasreddin Hoca ve ben, hoca efendinin arkasında oturan ve sürekli gülen de, hâl ve hareketlerinden sebep sahnede o vakitler hocanın eşeği rolünü üstlenmiş olan Osman..

ama öyle nefesler var ki..

Selim Hoca elindeki kara kaplı kitabın sayfalarını çevirdikçe okudu, okudukça çevirdi, o okudukça Osman güldü, Osman güldükçe ben güldüm, biz güldükçe Hoca efendi okudu, okudukça bir yandan biz güldük, bir yandan okurken bir yandan da üfledi.. Uzan yavrum dedi, hem gülmekten de yoruldun zaten diye tamamladım cümlesini içimden, tamamladım tamamlamasına da tamamlar tamamlamaz yine güldüm. Hem ben gülerken, köyün önündeki ovada uçmaya da başladım, ooo tarlalar, tarlalarım, tarlalarımdaki zehire çalan yeşilim, tarlaya gidenlerim, tarladan dönenlerim, tarlaya giden küçüklüğüm, tarladan eşek sırtında dönen çocukluğum, kırılan tütünler, kırılan tütün yapraklarının ovayı kaplayan sesleri, ovanın üzerinde uçuşan yapraklar, mezarlığım, mezarlık cinlerim, ormanım, orman cinlerim, bulutlarım, büyük tekkeden küçük tekkeye fırıncı küreği ile uzatılan yeni pişmiş ekmeklerim, üst üste geçen ama birbirine değmeyen insanlarım, traktörlerim, sabahlara kadar öten bülbüllerim, sığıra katılan ineklerim, ineklerin yanındaki mandalarım, büyük büyük boğalarım, her biri yaşayan filozof çobanlarım, şimdi yanımda uçan kırmızı ejderhalarım, üzerimde bin yılın ağırlığı, üzerimden kalkan bin yılın ağırlığı, hafifliğim..

uyanış..

Selim Hoca okurken yavaş yavaş makata yayıl, kapa gözünü şöyle bir dal; sen uyurken Osman gülmeye devam etsin, sonra Osman evi terk ettirilsin, dolaş büyük kanatlarını çırpa çırpa ovanın üzerinde ve yeniden doğmuş gibi aç gözünü ertesi gün..