Koşmak

Koşmayı severdim. Rüzgârın oğluuuu diye bağırmayı da ihmâl etmezdim. Hoş babamın oğlu olmak da güzeldi ama rüzgârın oğlu başka bir şeydi. Zagor Tenay olamazdın ama rüzgârın oğlu olabilirdin, hem yokuş aşağı çılgın gibi koşarken böyle bağırabilirdin de. Kenan da severdi koşmayı. Birgün Yenimahalle'deki evlerinde buluştuk, eşofmanlar giyildi ve hafif vaziyette Atatürk Orman Çiftliği'ne doğru koşmaya başladık. Gayet güzel gidildi, nefes sorunu yok hava şartları koşmak için müsait ama Kenan'ın, Şeytan'ın arka bacağı olmak gibi bir misyonu var. Hayvanat Bahçesine girelim dedi, tamam sorun yok ama tellerden atlayarak kaçak girelim dediğinde hayır diye karşı çıktım. Olum macera olur falan derken tellerden atladık, artık içerideydik. Bir güzel gezdik o gün, tüm hayvanları ziyaret ettik, zaman zaman da koşu bantında koşuyoruz, muhteşemiz. Hem spor yapıyoruz hem bedava girmişiz.  Dönme zamanı geldiğinde dışarı çıkmak için kapıya doğru ilerlemeye başladık. Harika yahu, Kenan hala mikrop; olum yarın da gelelim lan uyuyo bunlar diye söylenip gülüyor, kapıya artık iyice yaklaştık ki, neredeyse artık ben de Kenan gibi düşünmeye başladım ama dışarı adım atmak şu anda daha önemli doğrusu. Tam çıkarken ikimizde kulaklarımızdan yakalandık. Tüm dişleri altın kaplama olan bekçi bir yandan kulaklarımızı çeviriyor, bir yandan da,  bah bah ulen kaçak girmiş eşşeh sipalari diyordu. Durum o kadar vahimdi ki, bir yandan korku, bir yandan rengi neredeyse kapkara olan bekçinin tüm dişleri altın... Tam bir felaket, ben kabullendim olayı tamam kaçak girdik ve yakalandık ama Kenan dirayetli çocuk, ellerini ovuşturup ağlamaya başladı. Bir yandan ağlıyor, bir yandan da adamın dişlerini bana gösteriyor.

 

"Madem kaçah girecehsiniz, turunçu baari giymeyin sipalar !"

Hayatımda tek illegâl deneme budur.

Koşmayı severdim, Kenan mikrobu da severdi.

...