Kırkıncı Laf

Âlem adamdı canım babam…

Konulara yaklaşımı hep orijinal gelirdi bana. Sert görünürdü ama o ince kabuğun içerisinde de büyümemiş bir çocuğu gizlerdi.. Kırkıncı lafına inanır ve yaparım derdi anneme. Kırkıncı lafın mı, sen ne anlarsın sanki ile başlayan mücadele her seferinde annemin kahkahaları ile sonlanırdı. Çok iyilerdi ama sohbet buralara gelmiş ise ilâhi bir hesap hatası içinde olurdu. Annem gülerken, fatih burnunu yakalamaya çalışmaktan başka bir şey de gelmezdi elinden…

Yokluk yıllarının etkisidir, ekmek ve su mutlaka olmalıydı bizim evde. Ekmek bir tane fazla alınırdı, komşulardan birisi isteyebilirdi çünkü. Su, içilmese bile temizlik ve her türlü yenebilir otun dikildiği bahçe için gerekliydi. Ekmek sorunu çözülüyordu tabiki de su ciddi sıkıntıydı. Babamın kuyu açmasından endişelendiğimiz sıralarda, bir kamyonun arkasına atıp getirdiği 2 tonluk depo ile karşılaşıverdik. Allahım neydi o öyle, çatı malum yüksek olur, depo demirden malum ağır olur, bu ikisi yan yana geldiğinde malum gücünüz yetmez olur... Kaç kişi vardı da çıkarabildik onu oraya şimdi hatırlamıyorum ama atılan eller ve ulan şimdi ezilip öleceğiz demelerimden deponun görünmediği gözümün önündedir hep…

Depo geldi ama malum sohbet de başladı; içi dışı pas içinde, depo dediğin de bu muydu? Kırk oldu mu, sen ondan bahset? Hakikaten de annem yine haklıydı. Yemyeşil yağlı boyalı, içi dışı pas içerisinde bir demir yığınıydı. Ama babamı bu yıldıramazdı. Neler çektik Ankara’da şu soğuktan anlatmakla bitiremem. Çatının arkası açık olduğu için soğuk iki katı daha fazla etkiler, depodaki su donar, elimizde pürmüz altında ateş yakarız, içindeki su kaynar yine de borulardaki buz açılmaz. Rezilliktir hâsılı... Yaz beklenilen zamanda geldi tabiki. Babamın aklına da depoyu temizlemek, şimdi emin değilim ama annemin yönlendirmesi söz konusu olabilir yine. Bizler bir nedenle evde olmadığımız için annemle birlikte çatıya çıkıp depoyu temizlemeye başlamışlar. Babam deponun içerisine girmiş, elinde pürmüz bir güzel temizlemiş. Sonra da ne akla hizmet ise küçük tüpü yakarak deponun içine koymuş ve dışarı çıkarak kapağı kapatmış. Annemin Eser, tüp söner kapağı aç istersen demesini de, muhtemelen köyden gelirken yanında bulunan kendisine özgü naif cümle yapıları ile reddetmiş. Bir süre sonra tekrar çatıya çıkmışlar, deponun kapağını açınca tüpün söndüğünü gören babam annemden kibrit istemiş doğal olarak. Annem hemen, Eser tüp sönmüş gaz çıkmış kibrit yakma istersen şeklinde sonucu belli uyarılarından birini daha yapmış. Kendine güven duygusunun da dürtüsü ile babam isteğini yinelemiş ve elinde kibrit deponun içerisine girmiş. Burada, çatıya ikinci çıkışları öncesi, bakkala yolladıkları Ersin’den bir kayda ihtiyacımız var, gittiği bakkalın eve uzaklığının yaklaşık 500 metre olması hususu da dikkatinize sunulur: “Tam bakkaldan çıktım abi, güüüüümmm! diye bir patlama arkasından da bir kadına ait uUuuUUUuuuuuuUUuuu! feryadı..”

Babam, elinde kibrit, konuşmasan bu tüp sönmezdi diye söylene söylene gir deponun içine, sonra çak kibriti, içeride sıkışan gaz büyük bir gürültü ile patlasın; annem düşme tehlikesi geçirsin, babam üzerinden duman çıka çıka depodan dışarı atsın kendini, saçı, bıyığı, kaşı, kolları hep yansın, aylarca kulakları uğuldasın, sonra annemin burnunu yakalamaya çalışsın !...

Hâlâ annem ve Ersinle bir araya gelince anlattırır gülerim. Âlem adamdı canım babam. Sayesinde, asla kırkıncı’yı beklememeyi herkesten önce en güzel biz öğrendik...