Sakar İmam

Bir yandan kısık sesi ile selâ okurken, bir yandan da duvardaki çizgileri sayıyordu. Köye geleli ne kadar olduğunu tam olarak çıkaramadı, hafiften okuduğunu karıştırmış olduğunu anladı ama umursamadı. Okumasını tamamlaması, cenaze namazının yaklaştığını haber veriyordu. Yine de, minareden hemen çıkmadı. Önce dönerek yükselen basamakları seyre daldı. Minarenin dış duvarının olmadığını, yalnız basamakların kaldığını hayâlledi. Ne kadar güzel görünüyor diye düşündü ve dönüşün büyüsüne kapıldı. Olduğu yerde kollarını iki yana açarak dönmeye başladı. Tam ritmi yakalamıştı ki, minarenin açık olan pencerelerinden birisinden giren güvercin onu kendisine getirdi. Nerede olduğunu anladığında, tekrar duvardaki çizgilere baktı. İki grup çizgi vardı. Biri cuma, diğerleri ise, kılınmış cenaze namazlarını gösteriyordu. İkincisine az önce okuduğu selâ için çizgi çekti. Bir anlık duraksamadan sonra bir çizgi daha ekledi...

Dar merdivenlerden, döne döne çıkmaya başladı. Duvarlara sürtünmekten üzerindeki cüppe toz içinde kalmıştı. Her ulaştığı pencerede bir an duraklayıp dışarı bakıyor, görüntünün değişmişliğinden heyecanlanıyordu. Şerefeye çok az kalmıştı ki, minarenin sallandığını hissederek durdu. Açık kapıdan içeri incecik bir ışık sızıyordu. Bir çizgi halindeki ışık demetinde dans eden toz parçacıklarını uzun bir süre izledi, olanca karışıklığa rağmen birbirlerine değmemelerine hayran oldu. Bugüne kadar minarenin yalnız kendisine ev sahipliği yaptığını düşünürken kuşları, yumurtalarını, toz parçacıklarını da misafir ettiğini gördü. Bu imamda, içinde bulunduğu minareye karşı tarifsiz bir saygı uyandırdı...

Her tarafını kaplamış tozlarla birden şerefeye çıktığında, sert rüzgar nedeniyle üzerindeki tozlar uçuşuverdi. Eğer aşağıdan kendisini görebilseydi, yukarıda bir çalı yığınının yandığını sanabilirdi. Tüm arazi ayaklarının altındaydı. Yeşilin neredeyse bin tonu ufka doğru uzanırken, daha önce yukarı çıkmamış olmasına hayıflandı ve yavaş yavaş tur atmaya başladı. Yerdeyken karışık olmasına rağmen yükselince, köy ne kadar da düzenliydi. Kalabalık, cenaze için yavaş yavaş toplanırken, üç mahalle fırınından ikisinin bacaları duman kusuyordu. Rüzgarla kendisine gelen taze ekmek kokusunu, ciğerlerine çekti. Ciğerleri dolmuş, hava neredeyse topuklarına kadar inmişti. Turu yeni bitmişti ki, aklında duvara çizdiği son çizgi birden tekrar selâ okumaya başladı. Dört yöne dönerek okumaya devam etti. Sırayla batıyı, kuzeyi, doğuyu ve son olarak güneyi selamladı. İşi bittiğinde, hiç beklemeksizin şerefenin korkuluğundan sarktı ve atladı...

Ağızları hayretle açılmış birkaç ihtiyar dışındaki köy halkı, olanları ancak sonradan anlatılanlardan öğrenebildi. Minareden atlayan imamın cübbesi paraşüt gibi açılmış, önce yüksek bir ağacın üzerine oradan da sulama kanalının içine düşmüştü. Üzerinden sular akarken yırtılmış elbiseleri ile kanaldan çıkmış, atladığı yere büyük bir hayal kırıklığı ile şöyle bir bakıp, etrafındakilere selam vermiş ve sonra hızlı, yırtık, bir o kadar da ıslak adımlarla, yaralı bir yarasa gibi evine doğru gitmişti...