Gazi Hasan

Yunnak'ın yanından akan küçük dereyi yukarı doğru izleyince, önce şimdilerde kurumuş çeşmeye sonra da çeşmenin karşısındaki yamaçta bulunan Hasan Amca ile Fadime annemin evine ulaşırdım. Başka yollardan da gitmek mümkündü ama bu yol gerçekten de bir hazine demekti. Öyle düşünüldüğü gibi, bunun yunnakta yıkananlarla bir ilgisi de yoktu. İki yandaki böğürtlenlerden yiyerek gitmek dünyanın en güzel yolculuklarına bedeldi çünkü. Hem gidilen yerde Hasan amca ve Fadime annem vardı. Babam, ağabey diye severdi. Aslında akraba olmayan insanların bağlılığıydı aradaki. Birisinin ağabeyi diğerinin de kardeşi yoktu ama denklem yine de sağlıklıydı. Sağlık zamanlarında bakkal işletirdi Hasan amca. Sokağın köşesinde küçücük bir odaydı dükkânı. İçeri girilmezdi de, şimdiki büfeler gibi dışarıdan istenirdi. Sonradan yılların acıları üst üste birikince kemik kanserine yakalanmıştı. Yıllarca, az önce söylediğim yerdeki evde, taş ocağın yanındaki yatakta yattı. Gözlerinde kocaman bir gülümseme ile karşılardı hep, sadece derinin tuttuğu kemikli elini öperdim hemen. Yanına oturup, Ankara'dan son havadisleri verirdim. Fadime annem, benim minik tombul tonluk sarı kuşum hemen yumurta pişirirdi. Kalışım uzun olsun, amcamın halinden de korkmayayım diye. Ah çocuk zamanlarım, Kore gazisi baba dostum Hasan amcam. Yalnız yaşamın değil, anıların da üzerini tozla kaplıyor ölüm. Ben sizi hep sevdim..