Mart

Eskilerden bir Mart hatırlayamamak ne kadar kötü geldi şimdi. Oysa yıllardır da günlük tutarım. Kayıt olmadığına göre ya da en azından şu anda el altında olmadığına göre, eldeki kırıntılardan bir Mart ayı profili çizmeye çalışmaktan başka da çare yok. Hadi daha batıya gidemedin be adam derdim babama, peki neden şehrin en yüksek ve soğuk kesiminde yaptın ki  evi? 3 oda bir salon ve yıllarca çatısız kalan bir evi ısıtmak ciddi bir meseleydi çünkü. Neredeyse 4 ton kömür yakılır ama sadece küçücük bir oda hem de zorlukla ısıtılırdı. Yat, kalk, yaşa ve ısınmaya çalış çemberinde gezinmekten ibaretti her şey. Mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırırla açılış yapılırdı. Ya da eski hesaplardan bahsedilirdi ohhho daha ayın 14ü yeni oldu, eski hesaba göre Mart ayına yeni girdik derlerdi. Neydi bu eski hesap ya da neden ayın ortası gelmesine rağmen daha yeni başlıyordu, tam olarak anlayamasam da bir şeyi çok iyi bilirdim o da, namussuz çok soğuk olurdu. Mart kapıdan baktırırdan sonra en çok duyduğum ve repertuarın en keyifli parçası “kar yağıyor yağıyor aba mı giyeceğim, koca karıyı alıpta hala mı diyeceğim”di ve muhtemelen bu babamla annem arasında bir kod’du. Mavi pijaması içerisinde, kendine özgü güzel gülümsemesi ile pehlivan peşrevi çekerek yürüyen babam bir yandan bu dizeleri söyler, bir yandan da annemi sıkıştırırdı. Önceleri babamı üff aman ya da yeter heriii’leri ile uzaklaştırmaya çalışan annem, asıl fırtınayı fatih burnu yandan avuçlanınca koparır, ermeni gişisi diye babamı püskürtürdü. Mart’a ilişki bir diğer enstantane de, soğuk olduğu için salonda tıraş olan babamın “akşam oldu, hüzünlendim ben yine”yi söylemesidir. Sakala değen çeliğin çıkardığı cıırt, cııırt sesleri ve tıraş bıçağını metal kaba tık tık tık vuruşları arasında güzel bir ses ve sağlam bir kulağın yarattığı eseri dinlerdik. Cezmi’nin mırmırları ile babamın cıırrt ve tık tık’ları arasında huzur’a dair bir şeyler saklıydı. Tüm bunların arasında, soba, sobanın üzerindeki güğüm ve güğümün içinde sürekli kaynayan suyun yarattığı melodiden bahse hiç gerek yok sanırım. Eski Martlardan aklımda kalan bir diğer şey de, kedilerin doğal saatinin ne kadar dakik olduğudur. Bunda geceyi yırtan mauklamalarının hatırı sayılır bir etkisi olduğu gibi, Cezmi’nin payı da inkâr edilemezdi. Bir gider, üç gün görünmez bir gelir, bir kova su içerek tekrar giderdi. Süreç sonunda bir deri bir kemik kalmış olarak eve döner, neredeyse bir hafta uyur ve verdiği 3-5 kiloyu tekrar toparlamaya çalışırdı. Tabi bu eforun sonucu, bir süre sonra, bir sürü küçük Cezmi sokaklarda dolaşmaya başlardı. Şimdi, kardeşlerimle buna sevindiğimizi, sevinmekle beraber bir süre sonra hangisi bizim Cezmi telaşına düştüğümü de hatırladım.

Eskiden

Mart kapıdan baktırır

kazma kürek de yaktırırdı...