Tü-h-tün

Burun kıvrılacak olma tehlikesine rağmen yine de yazmam gerekiyor. Belki Ankara’da doğmuş olmaktan sebep bozkırı sevsem de, ormanla kaplı bir yamacın dibine kurulmuş bir dağ köyündendir ailem. Daha evvel de anlattığım gibi, köyümüz muhtemelen eski bir Roma köyü üzerine kurulmuştur. Kuruluş zamanını hatırlayan kalmamış olmakla birlikte; bir zamanlar birlikte yaşayan bir topluluğun, iki büyük ailenin önderliğinde ayrılması ile ortaya çıkan iki ayrı köyden birisi ve belki de büyük olanıdır. Şimdi gözünüzü kapatın ve düş’leyin; çoluklu çocuklu belki üzgün iki topluluk bir meydanda toplanır ve birden birbirlerine sırtlarını dönerek iki ayrı yöne doğru ilerlemeye başlar. Belki birden bir rüzgâr peydah olur biraz toz kaldırır, bir kadın elinden tuttuğu çocuğunu çekiştirir, belki birisi gözyaşlarını da saklayarak şöyle bir döner ve geriye bakar ya da diğeri gibi başı önünde ama tırnakları avuçlarına gömülü halde yürür. Diğerleri de kendilerini görmemektedir ancak aslında aynada uzaklaşmaktadırlar. Aynı anda ve aynada, uzaklaştığın kimdir derim kendime ve belki de bu nedenle kendindir olur yanıt hep. Aslında durum yukarıdaki kadar da üzücü değildir çünkü sulak bir ovada iki ayrı yönde ilerlerler ve belli bir mesafe alındıktan sonra da yerleşirler. İşte o yer bende zehir yeşili bir ova olarak kayıtlıdır ve bizim köy de dünyanın ucunda, içerisinde binlerce güvercinin yaşadığı kule’nin bulunduğu yerdir. Gelelim bu zehir yeşili konusuna. Ottur bu ve görünümü, güneşin kendisine nasıl davrandığı ile ilgilidir. Yan yana duran iki tanesi bile, rüzgarın dansına uyarak havada salınır ve tonları da birbirlerinden farklı olur..

Bu nedenle de baharda, her biri birbirinden farklı tonlarda yeşile bürünmüş bir halı gibidir ova. Zehire gelince, bu tamlama da o kadar yerindedir ki, hem söylerim hem söylediğimde de kendi kendime onaylarım. Belki ayrılmadan da ve belki de ayrıldıktan hemen sonra da tütün yapmışlardır. Binlerce yılın kokusu sinmiş gibidir ovaya. Yaprak yaprak kırılan tütün, düzenli bir şekilde küfelere konur. Kırılırken tütünün zifiri tabaka halinde ele yapışır, yanlışlıkla ağza götürülürse insan kendisine bile zehir gibi acı gelir. Sonra kırılan binlerce yaprak sabırla ince bir iğne yardımı ile ipe dizilir. İşlem o kadar hızlıdır ve koca bir tarla ipe geçirilmeyi beklediği için o kadar hızlı olmalıdır ki, eller yüzlerce kesik içerisindedir. Bir tabloyu izler gibi izlerim o elleri hep, yaprağı iğneye geçirirken de elime alıp öperken de birer anıttır hepsi gönlümde. Belki o yüzdendir tütünü sevmelerim ve belki de, insanlarıma bakarken üzerlerinden çıkan dumanları görmemdendir ah zalım tü-h-tün demelerim...