Yanık Yanım

"Herkesin bir derdi var, durur içerisinde..." Doğumlar, peşinden ölümler ve uzun süre çocuk olmaması sonrası doğduysanız eğer, herkesin sevgilisi olmak gibi bir lüksünüz oluyor. Burada kastedilen lüks, tabiki "Şişli de bir apartıman, nikel kübik mobilyalar" nev'inden değil, tamamen bir sevgi denizi lüksüdür. Daha evvel dedemle ilgili bir yazıda, bizimkilerin evlilik maceralarına şöyle bir değinmiştim. Şimdi o eski evde hem de çocukları ile birlikteler. Eski evlerde, ocaklar taş olur. Aslında sonradan bunun adı malum şömine olmuştur. Bu taş ocak içerisinde bir sacayak, sacayağın üzerinde de bazen bir tencere bazen de kocaman bir demlik su kaynatılır. Bazen önüne oturulup, odun közleri ile oynamak gerçekten de insanları dinlendirir. Benim de yetiştiğim zamanlarda, yanan odunların yanına sigara paketleri konur, güzelce kurutulur, bazen bir köz ya da süpürgeden koparılan otla sigara yakılırdı. Annem, altı aylık ben'i anneanneme bırakarak yunnak'a bezlerimi yıkamaya gider.  Anneannem de yatakları toplayacak ya beni yere bırakır. Elma ağacının kökleri çok güzel yanar, hem çok dayanıklıdır hem de ciddi bir ısı yarattığı için hep bunlardan yakılırdı. Belki kap kacak olduğu için, belki yanan odunların melodisi ya da ışık oyunları, belki de dumanın dans ederek bacaya doğru yükselmesi... Nedenini şimdi kimse bilmese de, ocağa doğru gitmişim. Hazır gitmişken de, demlikle oynamak arzumu engelleyemeyerek demliği kendime doğru çekmişim. Köy evlerindeki demlikleri bilir misiniz bilmem, hane kalabalık olduğu için demlik öksüz doyuran cinsinden, kocaman olur. Sonrası malum, feryat ve figan. Köy yeri doktor nerede ya da doktora gidecek araç nerede. Tüm mahalle evde toplanır, annem koşar gelir, anneannem şokta. Kalabalıktan birisi eşek kanı iyi gelir der. Dayılardan birisi bunu duyar ve elinde bıçak ahıra koşar; önce kulağa bir çentik, yok olmadı, daha derin bir çentik yok yine olmadı, bir yandan da ağla, kulağı kes yine kan yok, bizim oraların naif cümlelerinden sarf ederek eşeği dışarı çıkar, boğazını kesmek için yere yatırmaya zorlarken millet bıçağı elinden alsın, en azından eşek kurtulsun ama ne inatçı eşekmiş helâl olsun. Bir jipin içine koysunlar bebeği hemen ve doğru 60 km. mesafedeki ilçeye götürsünler. O zamanlar yanık bilgimiz ve tekniğimiz nerede olabilirdi ki, yine de çok çektirse de öldürmemiş. Altı ay gününü gördüm der hep annem, sonra bir yıl herkesin burnundan gelmiş. Tabi o günlerden kalma ciddi izler ve yarattığı diğer travmaların başında suya girememe de var. O yıl benden sonra köyde birçok yanma vakası anlatılır. Bizimkiler hemen mistik bir yaklaşım peşinde olsa da, ocakların zemine sıfır olduğu hep gözden kaçırılır. Ben çağda bir hanım kız bilirim meselâ, gövdesinin ciddi yandığı anlatılır. Bu durumdan vücudumda kalan izler dışında, anlatılanlardan sebep gözümün önünde canlandırdığım görüntüler vardır ki, ben daha çok bunlarla ilgilenirim: ağlayan, gözleri ağlamaktan göremez hale gelen birisinin bir eşeği kesmeye çalışması ve kendini ateşin büyülü dansına kaptırmış, yünler içerisindeki giysileri ile ocağa doğru hızla emekleyen küçücük bir ben...