Ayak ve Kabı

Şimdi sözlüğü açıp baksam, bin bir türlü cümle ve örnekle açıklanıyordur ama benim için  kalabalıkta atılan bir tokattır ayakkabı. Anlaşılan yine dar zamanlardı ve yine ayakkabılarımız eskimişti. Ömer Dayınıza gidin demişti babam, söyleyin size ayakkabı alsın. Erolumun elinden tutup Şentepe’den, Aktepe’ye gitmiştik. Biri 8 diğeri de 5 yaşında iki çocuk, yaşlarımız farklı olsa da ayakkabılarımız perişandı. Sobacı Ömer Dayı, annemin ağabeyi ya da kardeşi değildi ancak daha da iyisiydi: doğuştan Dayıydı. Lakabından anlaşılacağı üzere sobacılık yapar, oğulları da ona yardım ederdi. Yaptıkları işin en sevdiğim yanı lehim zamanlarıydı. Beyaz lehim pürmüzden gelen sıcaklıkla erir ve metalin üzerine yayılırdı. O zamanlar tüm dünya lehimle kaplanabilirmiş gibi gelirdi bana. Büyük adamdı o yüzden bizim Ömer Dayı. Erolla beni kapıda görünce gülümsedi. Cümleleri nasıl kurdum, kurulan cümlelerden Ömer Dayı nasıl bir anlam çıkarabildi bilemiyorum ama aynı gülümseme ile gelin bakalım dedi ve bizi yandaki ayakkabıcıya götürdü. Belki şimdi yaz-kış ağır botlar giydiğim için önemli değil ama o zamanlar ayakkabı nasıl seçilir hiç bir fikrim yoktu doğrusu. Benim fikrim olsa bile babam ya da annemin illaki daha parlak fikirlerinin yanında sanırım kıymeti de yoktu. Mevsim yaz olduğu için ikimize de, beyaz renkli birer çift sandalet alınmıştı. Bir tarafında bulunan klipsle bağlanan, sade çocuk ayakkabıları. Aktepe’ye dolmuşla gittiğimiz aşikâr ancak sanırım eve koşarak dönüyorduk. Ne büyük bir güç ve huzur duygusudur o. Yeni bir şey alınmış, yola mı bakarsın artık yürürken ayaklarına mı Allah bilirdi. Pek öyle bayram öncesi yatağın başucunda ayakkabı ile yatmasam da, sandaletlerim beni çok mutlu etmişti. Şimdi bunları yazarken; rahmeti babamın, rahmetli Ömer dayımın ve yine rahmetli Nakşiye anneannemin gülen yüzlerini, çocuk mutluluğumu tekrar yaşadığım da bir gerçek. Ancak, bizi mutlu ve güçlü kılan an gelir, hüzünlü bir anıya da dönüşür, o hüzünlü anı zihne sanki altın çivi ile kazınmışçasına yerleşir. Ayakkabımızın yeni olduğu o günlerde, annem Erol’u da alarak amcamlara gitmiş. Babam da servis yaptığı için araba ile eve gelerek beni alacak ve onların yanına götürecek. Sanırım ben o günlerin mutluluğu yüzünden heyecanla beklerken gelmişlerdi: Babam ve neredeyse bir minibüs dolusu arkadaşı. Beni çağırdığında ayakkabılarımı ayağıma geçirdim ve olanlar da o anda oldu işte. Heyecan ve acele ile olsa gerek, klipsi bir türlü kapatmayı beceremiyordum. Babam geldi ve belki de yine babadan kalma bir yaklaşımla ciddi bir tokat attı. Canımın yangısını hatırlıyorum dersem yalan olur da, nasıl utandığımı ve arabanın en arkasına geçip tüm yol boyunca boynumu bükerek ayakkabılarıma nasıl baktığımı çok iyi hatırlıyorum.

Şimdi sözlüğü açıp baksam, bin bir türlü cümle ve örnekle açıklanıyordur ama benim için  kalabalıkta atılan bir tokattır ayakkabı. O yüzden de yaz-kış hep ağır botlarla gezerim...